,,bOz(Uk) KiTaP

aMaRGi!
"öZ-ü-GüR"LüK!!
YoLCu YoL'(uN)Da GeReK..

26 Şubat 2008 Salı

bÖLÜM 5: YoLCuLaR



Yersiz’in türküsünü yakıp durdukça bu Yer-Deniz,
Ve duman kıvrılarak bıraktıkça Gök’te ondan iz,
Yasaktır ademe öldürmek başkasını, biliniz:

Öldürmek için yaptıklarınızla öleceksiniz!



Çocuklar taşları yere bıraktı. Koca-karı’nın doğru söylediğini biliyorlardı. Bir soğuk yel esti. Çocuklardan birinin içi titredi. Koşarak evlerine kaçtılar. Yağmur başladı onların ardı sıra.. Koca-karı bir an daldı, bakışları havada asılı kaldı. Hava da iyice kararmıştı. Birden gök gürledi. Yağmur damlaları ışıklar içinde yanarak havada Kadının bakışlarıyla beraber bir an asılı kaldı.

Gölge’nin yüzünü Doğu’ya döndürdü Öz-ü-gür Yolcu ve fısıldadı kulağına:

- Hey yahey, heyya hay..

At dört nala kalktı..

Damlalar bir bir teslim oldu yerin çekimine. Koca-karı’nın onlardan birinin üzerinde yere inmekte olan bakışları önünde beliren atlı yolcuya takıldı ve durdu. Atın kalp atışlarını duyabiliyordu kadın: Garip günlerdir durmadan koşuyor olmalıydı. Sonra kadının kulağından çıkan minik bir melek usulca yolcunun göğsüne sokuldu ve ardındaki sese kulak kabarttı: Yolcunun yüreği atın üstüne henüz yeni binmişçesine sakin çarpıyordu. Kadına yetiştirirken duyduklarını, yolcunun kendisine gözlediğini fark etti melek.. ..yüzü kızardı.

- Nerden gelmektesin ey Yolcu? Ne getirirsin eşiğimize peşinde? Hayır mı, şer mi?
- Hatırlayamıyorum geldiğim yeri. Ama bilirim ki hayır da, şer de O’ndan gelir. Ve bir şeyin hayır mı, şer mi olduğunu, bir tek O bilir.
- Nereye gitmektesin öyleyse?
- Sadece gidiyorum. Nerden geldiğini hatırlayamayan, nereye gideceğini nasıl bilebilir?

Gözlerini iyice kıstı Koca-karı ve Yolcu’nun yüzüne dikti bakışlarını. O gözlerini kısarken dışarı fırlayan melekler, ne olduğunu anlayamadan bakışların izinde Yolcu’nun yüzü önüne kaydı. Yüz yüzlercesiyle aydınlandı, kadın çocukluğunu anımsadı: O türküyü duyduğu günün sabahında ikinci kez uyandı. Her sabahki gibi uyanır uyanmaz pencereye koştu ve pencerenin önünde önce Yersiz’i gördü, sonra da elleri bağlı Yolcu’yu. Yersiz Yolcu’nun etrafını saran kalabalığa sesleniyordu:

- Onlar size bir şey yapmadı. Bari annelerini bırakın!

Kalabalık cevap verdi. Her cümlede içlerinden sadece birinin sesi duyulsa da, boşluğa düşen her kelimeyi aynı anda onlarcası ona(yla)yıp dolduruyordu. İçleri tıka basa dolan kelimeler de bir türlü dağılıp karışmıyordu havaya:

- Sen karışma bu işe yabancı. Seni sevdik ve beklediğimiz bildik. Hala bunları savunur durursun. Ama bunlar seni tanımadı bile. Hem de neden? Sadece donlarına girmedin diye! Oysa bize seni anlatır dururlardı senden önce.. İlkin bunlar değil miydi sana ısrar eden, Kutlu Gökçe Kağan’a karşı önümüzde yürümeni isteyen?
- Ben onların anlattığı değilim. Kişi anlattığını tanımaz mı yoksa? Onlar sadece bir düş yarattı. O da siz zalimin karşısında direnin diye! Sonra kendileri de uydu uydurduklarına. Daha yeni uyandılar..
- Sen niye sözünden döneni korursun? Sözünden dönenin varsın tüm soyu kurusun!
- Onların ki döneklik değil, dölekliktir! Anlamıyor mısınız? Tepedeki zalimin parmağı var bu işte, zulmüne ortak ediyor sizi de!
- Asıl bunların parmak izleri vardır zulmün kuklasının ipleri üstünde!
- Onlarla yoldaş değilim ama biliyorum ki ne kadar nefis varsa o kadardır bire giden yolun sayısı. Adil olmak, zulmetmemek ve zulme karşı mücadele etmek demektir. Onlar tepedekine atmıştı da tüm sorumluluğu, adil olandan öyle çıkmıştı. Sizse onlara atıyorsunuz şimdi payınızı. Dünkü kırım hepin(n)izin ortak yapıtı. Onlar sonunda bunu anladı, siz niye anlamıyorsunuz!
- Anladık! Anladık ki asıl zalim bunlardır. Bunlar olmasa asil Kutlu Gökçe Kağan da bize böyle haksızlık yapmazdı! Ah keşke daha evvel gelseydin evlerimize.. Seni anarşiksin diye kötülediler ama kendileri ana-şirk! Sen gelince anladık.. ..biz bunlara uyup, hep zulme katıldık!
- Onlara zulmederek kendinize, kendinize zulmederek de O’na zulmediyorsunuz!

Binlerce silahlı kuşattı birden kalabalığı. Bir başına ölmek korkusundan binleri öldürmeyi seçerek halkın çoğu beşer onar askerlere katılmıştı ve kırımın ardından iyice azalmıştı kalanların sayısı. Yargıcı’nın gür sesi hiçbir dirençle karşılaşmadan yayılmaya başladı:

- Bundan gayrı Kutlu Gökçe Kağan’ın desturu olmaksızın aranızda itişmeyeceksiniz bile. Kurban ararsanız, kurbanı ancak biz seçeriz. Zira kurban dediğin özel olmalı: Askerler, yakalayın şu yabancıyı!

Kimse karşı koyamadı. Yersiz götürülürken, meydanın ortasına büyük bir sahne kurulmaya başlandı. Dört bir tarafa dağılan ulaklar, kurban töreninin güneş en tepeye çıktığında yapılacağını bağırdı. Özgür kalan yolcular da bir araya toplandı ve bir süre sonra Öz-ü-gün Yolcu hepsi adına halkın ortasına çıktı:

- Kardeşlerim! Bu oyuna seyirci kalamayız!
- Bu oyunu siz kurmadınız mı? Neden yabancıyı aldı da size dokunmadı Yargıcı? Hatta dokunmayı yasakladı?
- Çünkü siz o yabancıyı Mehdi bellediniz! Çünkü sizi korkutup bastırmak için son umudu da yüreklerden söküp almak istiyor!
- Bize siz onun Mehdi olduğunu söylediniz. Hem gerçekten beklediğimiz kurtarıcıysa ona bir şey olmaz?
- Kurtarıcı bildiğini dinlemezse bir halkın hali nitedir? Mehdi ne yapsın bir başına?
- O demedi mi kimseye zulmetmeyin diye? Askerlere mi zulmedelim? O demedi mi zulme karşı çıkın diye? Ayaklanalım da zulmü mü getirelim? Hem belki onun yüzü suyu hürmetine kurtarır bizi Çalab: Melekler iner yere onun için. İnmezse de bizim yerimize o acı çeker. Yoksa Mehdiliği nitedir? Mehdi değilse de bize ne!

Yolcular ne yapacaklarını şaşırdı ve derin bir sessizliğe daldı. Sonunda Öz-ü-gür konuşmaya başladı:

- Seyircileri dahil, bu çirkin oyuna katılan kimse kurtulamaz gazaptan. Göçmeliyiz yoldaşlar ama biz bu toprağa aidiz. Sorumluluklarımızdan da kaçamayız. Bu yüzden başka bir mekana değil, başka bir zamana göçeceğiz. Tüm geçmişi geçeceğiz. Ardından da tüm geleceği. Bir adım ileriye gitmek için, geriye doğru geniş bir adım atacağız böylece. Bütünün resmini görünce, ne yapmamız gerektiğini anlayacağız. Bir çözüm varsa, muhakkak bulacağız böylece!
- Yoldaş, atladığın bir olasılık var: Bu yolda gitmek için unutmak gerekebilir!
- Haklısın Öz-ü-gün Yoldaş. Ama yaşa(t)mak için hep unutmak gerekir! Ve unutulmadan hatırlanmaz hiçbir şey. Başka çaremiz yok..

Yolcu’nun sesiyle uyandı geçmişten Koca-karı ve bir kez daha kıstı şaşkınlıktan kocaman açılmış olan gözlerini: Onlarca yıl geçmişti ama sakalları on santim bile uzamamıştı.

- Beni duyuyor musunuz?
- Seni duymuştum Yolcu! Ben mi kimim? Bana Yağmur Nine derler buralarda..
- Yağmur Nine?
- Evet! Yüreklerindeki umudu hatırlatmak adına damlalarımdan koyarım insanların avuçlarına. Herkes için en az bir damlam vardır. Senin için de olacak. Ama sen onu zaten almış olmalısın..
- Biliyor musun Yağmur Nine, az önce bir yağmur damlasının yere düşüşünü izlerken eski bir rüyamı hatırladım.
- Az önce değil, çok sonra. Ve daha hatırlamadın, henüz hala unutmaktasın!
- Bu bir bilmece mi?
- Kişi başkalarının bilmecelerini çözebilmek için önce kendi varsayımlarını anlamalı! Yorulmuş olmalısın. İçeri geçelim de bir tas sıcak çorba iç..

,,sU LeKeSi::

Fotoğrafım
Kendi'lik:
Put-sevmez 1 Birey,
Öz(-ü-)gür 1 Su Lekesi,,
Kişi'lik:
Hayal-perest 1 Fizik- ve Yaşam-bilimci,
Acemi 1 Yazar ve Çizer,,
Kim'lik:
Anarşist 1 Müslüman,
Muhafazakar 1 Anarşist,,